İNSANLAR NEDEN TASAVVUFA YÖNELİYORLAR?

 

İnsanlar Neden Tasavvufa Yöneliyorlar?

insanların tasavvufa yönelmelerinin çok sebepleri vardır. Hepsini burada saymak belki mümkün değildir. Bize göre bunların önemlileri şunlardır:

a- Fikhi Mezhep Taassubu:

Müslümanların birliğinin çözülmesinde, aralarında ihtilaf edip çatışmaya girmelerinde oynadığı olumsuz rolün yanında bu bağnaz fikhî mezhepçilik, duyguların donuklaşması, vicdani şuurun yitirilmesi ve manevi duyarlılığın köreltilmesinde de büyük rol oynamıştır. Ruhsuz ve faraziyelerle dolan fıkhi mezhep kitapları duyguları harekete getirmeyen, vicdanı okşamayan, ruhun susuzluğunu gidermeyen, nefsi tehzip etmeyen ve heva ateşini söndürmeyen kuru bilgilerle dolup taşmıştır. Bu arada alabildiğine genişlemiş ve ucu bucağı görünmez bir umman halini almıştır. Hatta mesela Hanefi fıkhının en az yirmi sene içinde iyice öğrenilebileceği yaygın bir kanaat haline gelmiştir. Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu fıkhı ümmete öğretmiş, davetini neşretmiş, ordular donatmış ve savaşlar yapmış, fethedeceği yerleri fethetmiş ve Arap müşriklerinin elinden her türlü mukavemet ve eziyet görmüş olmasına rağmen bu süre ancak buna yakın olmuştur. Kısaca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bütün bunları yirmi üç sene gibi buna yakın bir zamanda gerçekleştirmiştir


İslam kültürü ve hayatından uzak insanların tasavvufçuların kucağına atılmalarında bu bağnaz fıkhı mezhepçiliğin en büyük rolü olduğu söylenebilir. Çünkü bu insanlar keşif ve riyazat, halvet ve fuyuzat yolu ile bu ilimleri kendilerine en kısa zamanda öğreteceklerini vaad eden, kabuk mesabesinde saydıkları şeri ilimlerle uğraşmak yerine dinin özü ve hakikati dedikleri şeffaf, duyarlı, hayati ve ruhânî zevki gerçekleştireceklerini söyleyen tasavvufçulara can kurtaran simidi gibi yapışmışlardır. Zavallı müslümanlar dizginlerini bunların eline verir, onlar da bunları umman şeklini almış bağnaz fıkhı mezhepçilikten daha geniş ve ucu karanlık olan tasavvufa götürürler


Fıkhı mezhepçiliğin donukluğundan, ruhâniyet ve maneviyattan uzaklığından usanmış ve ruhaniyete susamış bu insanlar kendilerini tasavvufun kucağına atacakları yerde Kuran ve Sünnet fıkhına yönelselerdi bu ruhani hayatın lezzetini fark eder, ilim zevkini tadar, iman ve ihsan atmosferiyle ruhları dolardı. Her biri Rabbini görürcesine ibadet ederek ihsan derecesine yükselmenin zevkine ererdi


Kur'ân ve Sünnet atmosferine girselerdi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve ashabının nasıl iman ve ihsan derecelerinin zirvesinde bir hayat sürdüklerini öğrenirlerdi

b- Kelam Tartışmalari:


Müslümanların vicdan ve duyarlılığını ihya etmede bağnaz fıkhı mezhepçilik başarısız olduğu gibi haksız bir şekilde tevhid ilmi diye isimlendirilen kelam ilmi de ayni şekilde başarısız kalmıştır Çünkü kelam, müslüman fertlerde ruhi duyarlılığı dondurmuş, duyguları öldürmüş, ruhi atmosferin dışına çıkarmış ve zaman zaman akidenin sapmasına, hatta inançsızlığa kadar götürmüştür. Çünkü başlangıçta İslam'ı savunmak amacıyla ortaya çıkan kelam, zamanla kendini İslam'in yerine koymuş, kurumlaşmış ve İslam'la uzaktan yakından ilgisi bulunmayan Hint felsefeleri, Yunan cedel ve safsataları karışımı bir ilim olmuştur. Halbuki Kurân ve Sünnet'in dışında ve onların ışığında bu aleme bakıp teemmül etme yolu dışında tevhidin ne bir kaynağı vardır, ne de olması mümkündür. Zira Allah Teala ancak kitabında kendisini tavsif ettiğı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bildirdiği şeylerle tavsif edilebilir.


Bağnaz fıkhı mezhepçilik ve kelam tartışmaları sonucu duyguların donuklaştığı, duyarlılığın köreldiği ve ruhun katı kalıplar içinde sıkıntı duymaya başladığı, bütün bunlardan sonra insanın özlemini çektiği ve yaşamak istediği bu yüce hedeflerin tümü veya büyük çoğunluğunun Kurân ve Sünnet fıkhıyla gerçekleşeceğine inanıyoruz. Çünkü insanların önünde gün ışığı gibi aydınlık bir tecrübe vardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabnın yaşadıkları tecrübe müminler için en güzel örnektir. Onların zamanında ne bağnaz mezhepçi fıkıh, ne de kültürlerin kompozisyonu haline gelmiş kelam ilmi mevcuttu. Bununla beraber bu insanların her birinin manevi hayatın ve ruhi cevvaliyetin en mükemmel şeklini yaşadığı ve tasavvuf denilen çıkmazlara hiçbir zaman ihtiyaç duymadıkları bir gerçektir. Çünkü bu insanlar Kur’an ve Sünnet atmosferi içinde yaşıyor, onu teneffüs ediyor, ruhi ve manevi bütün gıdalarını onlardan alıyor, teorik ve pratik bütün ilimlerini de onlardan elde ediyordu. Bunların dışında ne bir şeyhin elinde çile doldurma, ne de bir başkasının el çabukluğuyla kısa bir zamanda bütün ilimleri elde etme gibi bir temayülleri olmuştur.

Asrı saadet dönemine şöyle bir dönelim. Peygamberliğin nuru ve ashabın sohbeti ile yetişen tabiin nesline bir bakalım. O zamanlar Müslümanlar, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet değil miydiler? Zamanın benzerine çok nadir şahit olduğu ideal nesiller değil miydiler. Sadece çok oruç tutmak ve çok namaz kılmakla değil, kahramanca bir cihad, ilim ve medeniyet ufuklarında kanatlanma, uyanık vicdanlar ve alevi duygularla da ideal insanlar değil miydiler?

Bağnaz meshepci fıkıh ve Kelam ilminin donuklaşması, akideyi ihya etme ve duyguları canlı tutmadaki başarısızlıklarından şu sonuca varmamız gerekir:

Toplumda yayılan bu çirkin materyalizm karşısında imanın geleceği vicdanların uyanmasına, duyguların canlanmasına ve derlenip toplanmasına, büyük fedakarlıklara ve Allah yolunda gerekli harcamalara bağlıdır. Yani doğruluk, gayret ve hayatiyet gerektiren bir meydanda kuru ve donuk bir inanç ile Allah’tan uzaklığın ifadesi olan az bir zikrin yeterli olacağı söylenemez. Din azami ölçüde düşünce ve şuuru güçlendirme, islam toplumunda büyük bir atılımı sağlayacak hamleleri gerçekleştirme yoluna gitmediği taktirde toplumdan silinmesi ve mensuplarının yok olması kaçınılmaz olacaktır.

Kainatın sağlam kanunlarla idare edildiğini anlamayan ve evreni düşünüp taşınma, seslerine kulak verme, tavsiyelerini tutma ve sözünü üstün kılma yoluyla Allah’ı bilmenin biricik yolunun da uyanık bir akıl olduğunu kavramayan bir neslin bulunması herhalde hayat için bir züldür. Zaten bu kadar duyarsız ve anlayışsız bir neslin yaşadığı bir hayatın devamı mümkün değildir

Şüphe yok ki gözü bağnaz mezhepci fıkıhta, aklı kelamda, duygusu tarikat ve elhamda ve bütün himmeti bu ilimden bir takım tılısımlar ezberlemek ve hiçbir duyguyu tahrik etmeyen, hiçbir şekilde şuuruda canlandırmayan, çarpım tablosunu tekrarlar gibi mezhepçi fıkıhtam birtakım ibareleri tekrarlamak olan bir insan, İslam’dan oldukça uzak bir insandır. İmanın canlandırılması, düşünceni uyandırılması ve donuklaşmadan, buharlaşmadan yahut sapmadan evvel onu süratle pratiğe dönüştürülmesi işlevinde Kur’an ve Sünnet fıkhı ne büyüktür!

Müslümanlar bu ilahi fıkhı ihmal edip tevhid ilmi dedikleri felsefeler ve insanlara ilk tavsiyeleri kendilerini taklid etmekten nehyetmek olan, masum olmayan birtakım insanların sözleri ile Allah’a ibadet ettikleri, ibareleri içinde günlerini geçirdikleri zaman himmetleri uyuşmuş, duyguları körelmiş, düşününcesi gerilemiş ve başlarına haçlılar, Moğollar ve batılı emperyalistler musallat olmuştur. İçine düştükleri zilletten ve uğradıkları hezimetten ancak Allah’ın kitabına ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yoluna döndükleri gün kurtulabileceklerdir. Ayet-i kerimeler bu dönüşü vacip kılmakta ve Müslümanları herzaman uyarmaktadır. Allah teala şöyle buyuruyor:

“ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasulü’ne görtürün. Bu hem hayırlı hemde netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)

“Hayır! Rabbine and olsunki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan onu tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemde şöyle buyurmuştur: “Size iki şey bıraktım onlara sarıldığınız müddetçe sapmassınız. Bunlar Allah’ın kitabı ve Rasul’ün sünnetidir.”11


Bütün bunlar islam’ın netliğini ve tazeliğini koruması, canlılığını muhafaza etmesi ve rolünü oynamaya devam ederek müslümanlarda güçlü bir hayat, coşkun bir duygu ve uyanık bir vicdan Diriltmeye sürekli elverişli olması içindir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de bu önemli görevi yerine getirme ve İslam'ın Her zaman terütaze ve dinamik olarak devam etmesi için zaman zaman müceddit ıslahatçılar olacağını bildirerek Şöyle buyurmuştur: “ Yüce Allah bu Ümmet için her yüzyılın başında dinini tazeleyecek yenileyecek kişiler gönderir.” 12

Her asırda Bu mücedditler gelmiştir. Bunlardan, İslam'ın İmajını bozan ve çığırından çıkarmaya çalışan kelamcılara karşı bir set gibi duran Ahmed b. Hanbel’i anabiliriz. Bu yolda tüyleri ürperten ve insanı eleme boğan türlü işkenceler ve Eziyetler görmüştür. Ondan sonra da sünneti İhya edip Bid’atlere savaş açan ender İmamlar ümmete eksik olmamıştır.

Onlar, Bu görevi yerine getirerek kelamcılardan felsefecilere kadar muhtelif kesimlerin sapmalarına karşı koymuş, Tehlikelerini ve sapmalarını açıklamış, Tasavvuf adına işlenen cinayetleri ve Uydurulan Bid’atleri gözler önüne sermiş, ilave olarak taklit ve mezhep taassubu ile mücadele çağırmış, Kur'an ve Sünnet’e dönüşü teşvik etmişlerdir. Bu yolda işkenceler görmüş, zindanlarda yatmış ve sürgün hayatı yaşamışlardır. Hatta eleştirdiği ve sapmalarının teşhir ettikleri muhtelif çevrelerden iftira ve hakaretlere maruz kalmışlar, Bütün dünya onlara çok görülerek ömürlerini zindanda tüketmeye mecbur edilmişlerdir. Bugüne kadar ıslahatçılar ve müceddidler Aynı yolda her türlü işkenceye, zulme, baskıya, şiddete ve İftiralara maruz kalmışlardır. Bugün de aynı şeylere maruz kalmaktadırlar.


Belirttiğimiz gibi bu insanlar halkı Kur'ân ve sünnete yönelttikleri, zamanla donuklaşan ve bağnazlaşan mezhepçi fıkıh ve kelam tartışmalarından müslümanların çok zararlar gördüğünü söyledikleri için iftiralara ve suçlamaya maruz kalmışlardır. Bugün de aynı rolü oynamaya çalışan alimlere sonu gelmeyen bir dizi suçlama ve iftira yapılmaktadır. Hatta bunlar topluma bozguncu ve yıkıcı olarak takdim edilmekte, kitaplarının okunmasından sakındırılmakta söylediklerinde dinlenmemeleri istenmektedir.



Müslümanların bid'at ve hurafelerden uzak, kabirlere ve ruhlara tapmaktan uzak, kim olursa olsun insanları putlaştırmaktan veya masum saymaktan uzak bir İslâm'a yönelmelerini kısaca Kurân ve Sünnet'e yönelmelerini isteyen alimler Vahhabilik, reformculuk, modernistlik, şunun veya bunun düşmanlığıyla suçlan makta ve yapacakları güzel hizmetlerinin engellenmesine çalışılmaktadır.

 Aynı şekilde bağnaz mezhepçi fıkıhtan ve içinden çıkılmaz bir durum alan kelam tartışmalarından uzak, Kur'ân ve sahih sünnete dayalı nezih bir İslâm'a yönelmelerini savunan, taklidin İslâm'da sevilen birşey olmadığını, müslümanların başta akaid konularında olmak üzere inançlarını ve amellerinin kaynaklarını bilmeleri gerektiğini, devamlı bir tahkik çabası içinde müslümanların Kur'ân ve Sünnet'le her zaman içiçe ve diyalog halinde bulunmalarının vacip olduğunu, islâm denilince bunların akla gelmesi gerektiğini, alimlerin içtihad ve görüşlerinin ise ancak bunlardan çıkarılan birtakım bilgiler olup Kur'ân ve Sünnet'in yerini tutamayacağını anlatan alimler, mezhepsizlik veya şunun bunun düşmanlığıyla itham edilmektedir.



Müslümanlar için bağlayıcı ve zorunlu olanın Kur'ân ve sahih Sünnet olduğu, içtihadların ise şeriat nazarında bağlayıcı bir durum arz etmediği, Kur'ân ve Sünnet'e uygun olduğu taktirde onlarla amel edilebileceği, aykırı olduğu taktirde bir yana bırakılacağı ve taklid edilen içtihadların mutlaka imkanlar ve şartlar ölçüsünde delillerinin araştırılması gerektiğini söyleyen alimler sanki İslâm'ın birer düşmanı ve müslümanların dinlerini bozmaya çalışan birer ajan gibi topluma takdim edilmekte ve hayırlı hizmetleri engellenmektedir. Bütün müçtehid imamlar "içtihadlarımızın delillerini araştırın, delillerini bilmeden bizi taklid etmeyin, içtihadlarımızla naslar çatışacak olursa, mezhebimiz naslardır “ demelerine rağmen, bunu söyleyen diğer alimler sanki dinde bid’at çıkarmış gibi safdışı bırakılmak istenmektedir.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MUKADDİME