MUKADDİME


MUKADDİME

Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.

Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 103)

"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (Nisa;1)

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (Ahzâb;70-71)

Bundan sonra;

Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah'ın Kelam'ı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid'attir ve her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: "Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun dışındakileri dostlar edinip de onlara uymayın. Zaten ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.” (A’raf 3)
         “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Rasule itaat edin ve sizden olan yetki sahiplerine de. Eğer birşeyde anlaşmazlığa düşerseniz. Allah’a ve ahiret gününe inandığınız takdirde onu, Allah’a ve Rasulüne arz edin. Bu, netice itibari ile daha hayırlı ve daha güzeldir.” (Nisa 59)

         “İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a Denkler edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman kendilerine uyulup arkalarından gidenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.” (Bakara 165-167)

         “Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler? Kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.” (Bakara 170-171)

         Şüphesiz sahabe ve tabiin dönemlerinde zühd, vera ve ibadet ile meşhur olan limseler vardı. Bundan sonra zühd, vera, ibadet gibi hasletleri devam ettiren, yün (Suf) giyinmeye verdikleri önemden dolayı “sufiler” denilen kimseler çıktı. Zühd ve ibadet yolunu tutan kimseler de artık, onlara nisbet ile “sufiler” diye anılır oldular. Fakat bu ismin bir ekol haline gelmesi, “tasavvuf” adı altında, islam dışı unsurların da din’denmiş gibi görünmesine sebep olmuştur.

         Tasavvufun ilk dönemlerinde ilimden yüz çevirme, Hulul, ittihat, vahdet-i vucud, Rafızilik, Batınilik, birden fazla anlama çekilebilen ıstılahların kullanımı gibi unsurlar bazı sufilerde görülmeye başlandı. Sonraları çeşitli anlayış ihtilaflarından dolayı tarikatler zuhur etti. Bu dönemlerde önceki sufilerden rastlanılmayan şu tehlikeli bidatler çıktı;
        
         Şeyhlere ölü gibi teslim olma şartı, şeyhleri masum görme, musiki raks ederek zikretmeyi caiz sayma müritleri kendilerine bağlamak için tılsımlar ile keramet elde etmeyi caiz sayma1, Yalnız Allah’tan istenebilecek manevi yardımı velilerden isteyerek istiğase yapma, kabirlerin türbeleştirilip ziyaretgah edinilmesi, mürşidin her an kendisini gördüğünü düşünerek onu rabıta etmek2,  Allah Rasulünün ve sahabelerin yapmadığı bir takım zikir usulleri ile halkalar kurarak toplu halde yüksek sesle zikir yapmak, bidatlerin güzelinin de olduğunu iddia etmek, uyanık iken Rasulullah ile görüşme iddiaları, Kur’an ve Sünnetin nefis tezkiyesinde yetersiz olduğunu iddia etme v.b.

         Her ne kadar Ebu Talib el-Mekki, Kuşeyri, Gazali, Serrac, Sühreverdi gibi ilimle meşgul olan ve tasavvuf esasları hakkında eser yazan sufiler, bir çok bidatlerden sakındırıp, selef yolundan sapılmaması ve keşifler ile ilhamlara Kitap ve Sünnet’e uygunluk oranında itibar etmek gerektiğine dikkat çekseler de, kendileri de bazı bid’atlere kapı açmaktan kurtulamamışlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, ashabının ve tabiin’in bahsetmedikleri şeylerden bahsetmişler, Batıni yorumlara girişmişlerdir.

         Mesela Ebu Talib el-Mekki şöyle diyor; “Şatahat ehlinden bir sufiye gidersiniz, böyle bir sufi, yolunu kaybetmiş, hatalar içinde biri olduğu için sizi Kitap ve Sünnetin ötesine taşır. O bu iki kaynağı önemsemez ve söylediği sözlerle imamların görüşlerine muhalefet eder. Sadece zanna, vesveseye dayanarak konuşmakta, hakkı batıl göstermektedir. Kevni ve mekanı ortadan kaldırarak ilmi ve ahkamı tamamen devreden çıkarır. Kaideleri çiğneyip atar. Bunlar ucu bucağı olmayan bir çölde yollarını kaybetmiş ve hiçbir delile dayanmayan kimselerdir. Bu zavallılar rehber olamayacağı gibi delilden yoksun görüşleri de geçersizdir.”3


1 Bkz. Molla Cami; Nefahatu’l-Uns, Lamii Çelebi tercümesi (s.119)
2 Bkz. Abdulhakim Arvasi; Rabıta-i Şerife
3 Bkz. Kutu’l-Kulub; (terc.: MuharremTan, İz Yay., 260)






Ebu Said ibnul-A'rabì, kendi asrındaki tasavvuf ehlinin bid'atlere meylettiğini gördüğünden, sonrakilerin çıkardığı; fena, mahv, sahv, sekr gibi terimlere tepki göstererek şöyle demiştir:
 "Bunlar hayal ve vesveseden başka bir şey değildir. Bu ibareleri Tabiîn'den ne bir sadık, ne bir zahid ne de bir imam ağızlarına almamış, onların talebeleri de bunları kullanmamışlardır... La havle ve la kuvvete illa billah... Tasavvuf, sülûk, seyr ve muhabbet ancak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından gelen; Allah'tan razı olmak, takva, Allah yolunda cihad, Şeriatın edepleriyle edeplenmek, Kur'an'ı tertil ile ve manasını düşünerek okumak namazı huşu ile kılmak, yerine göre oruç tutmak ve bazen tutmamak, iyilik yapmak için gayret sarf etmek, başkasını kendine tercih etmek, bilmeyene öğretmek ve müminlere alçak gönüllü olup, kâfirlere karşı izzetli olmak gibi şeylerdir. Allah dilediğini sıratı mustakîme iletir."4


Aslında Ebu Said ibnu'l-A'rabi'nin bu izahında anlatılan şeyler, İslam'ın ta kendisidir ve ona "Tasavvuf" ismini vermek bile gereksizdir. Delilsiz olarak herhangi bir ıstılahın kullanılmasına şiddetle karşı çıkarken kendisinin, "Tasavvuf" kelimesinin kullanımına da karşı çıkması gerekirdi. Zira bu kelime de Tabiin asrından sonra ortaya çıkmış ve maalesef bu isim, İslam dışı unsurların İslam'a sokulmasında bir maske olmuştur


Sufiler, veliler konusunda aşırılık yapar, onların fayda ve zarar verdiklerini, kâinatta tasarrufta bulunduklarını iddia ederler. Vahdeti vücuda (varlığın birliğine) ve böylece her şeyin rab olduğuna inanırlar Muhammed el-Bulkini, Ahmed eş-Şernubi'nin dilinden yazdığını belirttiği Kitabu'l-Guyubî Fi Tabakati'ş-Şernubi5 adlı kitabında şöyle diyor: "Bir gün Ahmed eş-Şernubi'ye şöyle sordum:.. Ey efendim! Bana güç sahibi dört seyyidin (Ahmed er-Rifai, Ahmed el-Bedevi, Abdulkadir el-Geylani ve İbrahim ed-Dusuki'yi kastediyor) kerametlerini bildir. Başkaları değil de, neden yeryüzünü sırf bunlar paylaştılar? Dedi ki: "Onların kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Ancak ben sana birkaç tanesini anlatayım...6


4 Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (15/410)
Dört Kutubun Gizemli Dünyaları adıyla tercüme edilmiş ve Ocak yayınları arasında neşredilmiştir.
Dört Kutubun Gizemli Dünyalası, Oacak yayınları (s. 12)






"Biz Kabe-i müşerrefenin üzerinde iken ibrahim ed-Dusuki bana şöyle anlattı:... "Bizim kerametlerimizden biri; biz ecelini bilmeden bir müminin eceli gelmez. Ne gece, ne gündüz hiç kimse ölmez ki, onun ruhu bana gelmesin. Geldiğinde dilersem onun ruhunu tekrar bedenine gönderirim. Ama eceli gelmişse ruhunu eceliyle birleştiririm, o zaman ölür. Bizim kerametlerimizden bir diğeri Rabbim benim konuşmama ve "Ben Allah'ım" dememe izin verdi Bana: "Sen aldırma, "ben Allah'ım" de" hitabında bulundu. Bir diğer kerametimiz: "Dünyanın günü dolup da İsrafil Sur'a üfleyeceği zaman, ben izin vermeden ona üfleyemeyecek. Bir diğer kerametimiz: Annemi bakire olduğu kızlık döneminde ben himaye ettim..."7


Adı geçen eserde buna benzer küfür içeren birçok saçmalık zikrettikten sonra diğer peygamberlerin çözemediği sırları çözdüğüne dair küfür dolu iddialar ed-Dusuki'ye nispet edilmektedir. Tasavvuf ve menkıbe kitapları bunun gibi Rububiyet, ulûhiyet ve isim sıfat tevhidine aykırı birçok ifadeler içermektedir. Burada maksadımız, sufilerin rububiyet konusunda nasıl bir şirk itikadı içinde olduklarına dair örnek vermektir.


 Alimler tasavvufu red konusunda çok çabalar göstermişler, bu yüzden eziyetlere uğramışlardır. Bunlardan birisi de bizzat tasavvuf kültürü içerisinde yetişen imam Suyutidir. O, sufilerin şeyhe tayin edildikten sonra, zamanında Sufilerin birçok yanlışlarına uyarıda bulunmuştur. Onların dergâhlarda çalışmadan yaşadıklarını, farz ibadetleri yerine getirmediklerini ve tasavvuf ahlakı diye bilinen esaslara uymadıklarını görmüştür. Bu yüzden onlara nasiatlerde bulunmuştur.8 Lakin sufiler intikam almak için Suyuti’ye saldırmışlar, neredeyse öldürecek hale gelmişler, onu fasıklıkla suçlamışlardır.9 Bu olay hicri 903 yılı Cemadiyelahira ayında olmuştur. Sufiler bununla da yetinmemiş, onu sultan Tomanbay'a şikâyet etmişler, öldürtmeye teşvik etmişler ve sürgün ettirmişlerdir.



7  A.g.e (s. 15)
8  Şa’rani Zeylu’t-tabakati-l-kubra (el yazma ve.24)
9  İbn İas bedaiu’z-Zuhur (2/339)







Hiç kimse Allah ve rasulünün koyduğu ölçülerden daha güzelini ortaya koyamaz. Akidede, ilimde, ahkamda, ibadette ve ahlakta böyle olduğu gibi nefislerin tezkiyesinde de durum böyledir. Lakin tasavvufçular sünnetin dışında bir takım metotlar uygulamaya koyarak Ehl-i sünnet yolundan uzaklaşmışlardır.


Dr. Ömer Ferruh diyor ki; "Sufilik zühd ve vera hareketi olarak başladı, sonra ibadette aşırılık nizami olarak gelişti. Daha sonra ilk mecrasından uzak olarak akli ve nefsi yönelişte karar kıldı. Pek çok yönden sınırı aşarak İslam'dan uzaklaştı."10

Maalesef Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in en çok sakındırdığı şeylerden olan bid'atler hayat tarzı haline gelmiştir. Bu durumun sebeplerinin başında da Tasavvuf kültürü gelmektedir.


Tasavvuf kanalıyla ümmete sirayet eden sapmalardan bazılarını bana çeşitli zamanlarda sorulan sorulardan ve çeşitli kaynaklardan derleyerek bu kitapta nakletmeye çalıştım. Kitabın basılması ve dağıtımında emeği geçen kardeşlere ve son okumayı yaparak gözden geçiren Ebu Ubeyd Ersin Fırat kardeşe Allah'ın hayırlı karşılık vermesini ve Aziz ve Celil olan rabbimden bu eseri hidayete vesile kılmasını dilerim

Muvaffakiyet Allah'tandır
                                              
       

                                                     Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
                                  
                                                Çubuk/ANKARA 03.01.2005/ 25.12.2014




10 Tarihu’l-Fikri’l-Arabi (s. 470)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSANLAR NEDEN TASAVVUFA YÖNELİYORLAR?